Sizin Çocuklarınız Ne Kadar Şanslı! – 1
Terzilik nedir bilmeden sökük dikilecek bir pozisyona koymuşum kendimi ve ben kendimi ne bu pozisyona koyduğumu biliyormuşum, ne de bu pozisyonda terzilik gerektiğini.
Seminer, konferans ve konuşmalarımdan sonra birçok kişi bana, hocam sizin çocuklarınıza ne mutlu, bu kadar olgun ve bilinçli bir babaya sahip oldukları için ne kadar şanslılar, der. Ve onlar böyle deyince içim burkulur; çünkü gerçek hiç de öyle değildi.
Çocuklarım acı çektiler, ben acı çektim ve eşim acı çekti. Şimdi çocuklarımla ilişkim yakın, sıcak ve dostça; ama, bunu gerçekleştirmek uzun zaman aldı ve kolay olmadı.
Terzi Kendi Söküğünü . . .
Aslında çocuklarımın acı çektiğini söyleyince, hemen gülümser ve, “terzi kendi söküğünü dikemezmiş, değil mi hocam?” derler. Söylemek istediğim, terzi kendi söküğünü dikemezmiş, olayı değil. Terzi olmayan birinin terzilik taslama olayı da değil. Söküğü görüp görememe olayı da değil. Bu sözün benim durumumla hiçbir ilgisi yok. Terzilik nedir bilmeden sökük dikilecek bir pozisyona koymuşum kendimi ve ben kendimi ne bu pozisyona koyduğumu biliyormuşum, ne de bu pozisyonda terzilik gerektiğini. Ama dikkat edin, şöyle demiyorum. “Terzilik bilmiyordum; yaşamım beni terziliğin gerektiği bir pozisyona getirmiş ve ben, yaşamımın beni koyduğu bu pozisyonun terzilik gerektirdiğini ve dikilmesi gereken sökükler olduğunu bilmiyordum.” Böyle söylersem, yaşamımda olup bitenlerden sorumlu olan kaderim, felek, ‘kısmetim buymuş’ olmuş olur; ama gerçek şu ki sorumlu olan hiç kimse değil, benim.
Ben Doğan Cüceloğlu yaptığım seçimlerle kendimi sökük dikilecek bir pozisyona koymuşum. Daha sonra kendime, eşime ve çocuklarıma çektirdiğim acılarla bu pozisyonda dikilecek sökükler olduğunu ve benim bu sökükleri dikmek için terzilik bilmem gerektiğini anladım. Ne var ki, benim evliliğimle ilgili öykümün bir kısmını duyanlar hemen, terzi kendi söküğünü . . ., diye başlarlar. Seminerlerime katılan bir kısım insan, hocam sizin şu semineri keşke yirmi beş yıl önce, evlenmeden önce, çocuklar doğmadan önce alsaydım, derler. Onlara sık sık, şimdiki bildiklerimi keşke o zaman bilseydim, kendime yararım olurdu, derdim. Ama şu günlerde artık böyle konuşmuyorum; çünkü bunun sadece ‘bilmeyle’ ilgili bir şey olduğunu düşünmüyorum; bunun bilginin özümsenip kendinin bir parçası olmasıyla, yani ‘varoluşla,’ terzi olup olmamakla ilgisi var. Son zamanlarda iyice farkında vardığım şey şu: terzilik ve sökük dikme hakkında ‘bilgi sahibi olmak,’ ‘terzi olmak’tan çok farklı. Bu farkı anladıktan sonra, “şimdiki bildiklerimi keşke o zaman bilseydim,” demekten vazgeçtim. Bilginin yeterli olmadığıyla ilgili son zamanlarda çok güçlü bir kanı oluştu bende. Ve bu kanının oluşmasıyla birlikte yazma, seminer verme, bilgiyi paylaşma isteğimde de bir durulma ve azalma gözlemledim.
Şimdi, ‘bildiklerimi anlatarak’ insanları etkileme ve değiştirme konusunda pek etkili olamayacağımı anlamış durumdayım; bunu anlamış olmak benim balonumu söndürdü, gerçeğe uyandırdı; şimdi, bir rüyadan uyanma duygusu içindeyim. Yeni uyanan kişinin durgunluğu gibi bir şey var üstümde. Ben de, birçok insan gibi, varoluşum evliliğe hazır değilken evlendim. Yani, terzi değilken, sökük dikmem gereken bir duruma soktum kendimi. Karşıma dikilmesi gereken sökükler çıktıkça da, kabahatin tümünü söküğü getirene yükledim ve ona kızdım. Öfkeli bir insan oldum; sevecen değildim. O nedenle, bu adam kendi evliliğini yürütememiş, şimdi tutmuş başkalarına evlilik ilişkileri konusunda seminer veriyor, diyenler bir anlamda haklılar, başka bir anlamda haksızlar.
Haklılar, Çünkü . . .
Bir yakınım bana anlatıyor: “Senin televizyon programı başlayınca arkadaşım kocasını çağırıyor; gel bu adamın programını seyredelim, önemli şeyler anlatıyor, diyor. Kocası, ‘Onun evliliği nasılmış?’ diye soruyor. Boşanmış, şimdi seminerler veriyor, deyince, kocası, ‘Yok, teşekkür ederim; karnım tok!’ demiş.” Bu yaklaşımın gerçekçi bir yanı olduğunu kabul etmemek olanaksız. Başı kasketli biri, kelliğe iyi gelecek, saçı yeniden büyütecek bir ilaç satıyormuş. Saçı dökülenler sıraya girmiş, gerçekten büyütür mü, her tür kelliğe iyi gelir mi, ne kadar miktarda ve ne kadar süre kullanmam gerekli, gibi sorular soruyorlarmış. Satıcı ilacın mucize yarattığını söylüyor ve her alanın kellikten kurtulduğunu iddia ediyormuş. Durumdan kuşkulanan biri satıcının kasketini başından çıkarmış ve satıcının kel başı çıkmış ortaya. Bu durum ortaya çıkınca, müşteriler, “karnımız tok!” deyip oradan ayrılmışlar. Çocuklarıma ve eşime o kadar acı verdikten sonra boşandım ve şimdi aile içi iletişim seminerleri veriyorum. Seminerlerime ve televizyon programıma, ‘karnım tok!’ diyenler de var, ‘adamı dinleyelim,’ diyenler de. “Şimdi terziliği öğrendim, söküğün nasıl dikildiğini biliyorum, gelin size anlatayım,” iddiası içinde olduğumu görüyorum. Daha önce bunun pek farkında değildim; ama böyle bir iddia içinde olduğumu şimdi görebiliyorum. Peki, terziliği şimdi bildiğimi ve söküğü döktüğümü nasıl anlayacaklar?
Yeniden çocuk büyütmüş biri değilim “Bakın şimdi söküğü böyle dikiyorum, yama ne güzel tuttu, artık bir daha sökülmüyor,” diyecek bir durumum yok. Şimdi ilk evliliğimin çöplüğünü oldukça temizlemiş, çok şeylerin farkına varmış ve yaşlanmış biriyim. Yaşamımın anlamını bildiklerimi paylaşarak hizmet etmekte gördüm.
Haksızlar, Çünkü . . .
Yukarıda anlattıklarımdan sonra ‘Yok, teşekkür ederim; karnım tok!’ diyenlere artık hak vermiyorum. Kel ilacı satan satıcının etrafında, “ben bu ilacı kullandım, bana iyi geldi; evvelden saçım dökülüyordu, ilacı kullanmaya başladıktan sonra artık saçım dökülmüyor,” diyen çok sayıda kişi varsa, satan kişinin kasketiyle pek ilgilenmeyiz. O kasketi kendisi kel olduğu için değil, güneşten korunmak için giyiyor olabilir.
Savaşçı kitabımın ilk basıldığı yıl Antalya’da bir konuşma yaptım ve konuşmamdan sonra kitap imzaladım. Kalabalık olduğu için kitap imzalamam uzun zaman aldı. Otuz yaşlarında güzel bir bayan bana gülümseyerek bakıyor ve imza sırasına girmeden kenardan beni seyrediyordu. “Sıraya girmezsen daha çok bekleyeceksin,” diyerek ona takıldım. “Olsun,” dedi, “sizi seyretmek benim için keyifli; keyfimi bozmayın.” İmza bittikten sonra bu bayan kendini tanıttı; Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde uzman doktor olarak çalışıyormuş. Kendisi gibi uzman olan ve aynı üniversitede çalışan hekim kocasıyla geçimsizlik yüzünde boşanma aşamasına gelmişken benim İçimizdeki Çocuk kitabını okumuş. Çantasından beş yaşlarında güler yüzlü bir çocuk resmini bana gösterdi ve “Siz ne yaptığınızın farkında mısınız?” diye sordu. “Umarım farkındayım,” dedim. “Hayır, farkında değilsiniz!” dedi ve elindeki resmi bana tutarak, “Boşanıyorduk. Kocama öfkeliydim ve ona cehennem azabı çektiriyordum, ama böyle yaptığımın farkında bile değildim. O çocuk istiyordu ben ise ondan nefret ediyordum. Sizin kitabınızı okuyunca onun ne kadar müstesna bir insan olduğunu anladım. Ondan özür diledim. Çocuğumuz oldu. İkimiz de çok mutluyuz. Ve bu çocuğun yüzündeki gülümseme ve gözlerindeki mutluluk sizin bize hediyeniz! Siz ne yaptığınızın gerçekten farkında değilsiniz!” dedi. Gözlerim dolmuştu ve kalktım onu kucakladım.
Şimdi bu satırları yazarken de gözlerim ıslak. Buna benzer birçok anılarım var. Demek ki öğrendiklerimi paylaşmanın bazı insanlara yararı oluyor. İşte o “bazı insanlar” kitaplarla, seminer ve konferanslarla, televizyon programlarıyla benim ulaşmaya çalıştığım insanlar. Boşanmış olmam nedeniyle yazdığım kitaplara ve yaptığım konuşmalara, “teşekkür ederim; karnım tok!” diyenler haksızlar ve belki de kendilerine yararlı olabilecek çok önemli fırsatları kaçırıyorlar. Farkına vardığım, geliştirdiğim ve paylaştığım donanımlar, farkındalıklar yalnız karı koca ilişkisini, çocuk yetiştirmeyi ve evliliği ilgilendirmiyor. Yaşamın bir bütün olduğunun anladım. Sağlıklı ve mutlu bir evlilik için gerekli olan şeylerin anlamlı, coşkulu ve güçlü bir yaşam için de gerekli olduğunu şimdi biliyorum.
Anlamlı, coşkulu ve güçlü bir yaşamla ilgilenir misiniz? Hala, “Teşekkür ederim; karnım tok!” diyorsanız, gerçekten benim yazdığım kitaplar ve yaptığım konuşmalar sizin için değil.
Doğan Cüceloğlu (14/05/2006)
0 Yorum