Amerika Gözlemleri (1)
"Hayretler içinde bakakaldım. İki farklı dünyanın insanları gibiydik; aynı duruma bakış tarzımız ve anlam verişimiz çok farklıydı."

Değerli okurlarım;
Bir ay kadar ABD’de olacağım. Bu sürenin ilk 10 gününde Yıldız ve Umay benimle birlikte olacak. Geri kalan sürede Dallas, New York, Seattle, Hawaii ve Los Angeles kentlerinde çocuklarımı ve arkadaşlarımı ziyaret edeceğim. Bu süre içinde sizlere yolculukta dikkatimi çeken, beni düşündüren gözlemlerimle ilgili yazacağım.
Sizin yazdıklarınızı dikkatle ve zevkle okuyorum. Bu siteyi zenginleştiren yazılar yazıyorsunuz ve sizlerin aranızda paylaşım olanağı yarattığı için bu siteyi önemsiyorum.
ABD gezim süresince ben site aracılığıyla sizinle ilişkimi sürdüreceğim.
İlk yazım aşağıda.
08.01.2006
Sabahleyin saat 2’de taksi geldi ve Yıldız, Umay ve ben yola çıktık ve saat 2:25’te hava alanındaydık. Gençten sempatik yüzlü ve Anadolu çocuğu görünümünde taşıyıcıya bavulları verdik. Hava alanı kalabalık değildi ve kolayca içeriye girdik. Golden Bay Tour şirketinin MIAMI-ORLANDO turuna katılacaktık onların amblemini aradık ama bulamadık; Lufthansa standının yakınında bir yerde çay içtik, bekledik. Bize gönderilen kağıtta sabah saat 3:30’da şirketten birinin orada olacağı yazılıydı, ama tekrar tekrar aramamıza rağmen “Golden Bay Tour” şirketinin amblemini bulamadık. Bari gidelim Lufthansa standının yakınlarında oturalım, dedik. Hava alanı bayağı kalabalıklaşmaya başlamıştı. Oturacak iki kişilik yer bulduk. Yakınımızda bir yer açıldı ve oraya da iki genç bayan geldi, birinin elinde bir poşet torba vardı üstünde bize gönderilen dosyalardaki gibi “Golden Bay Tour” yazıyordu. Onların da MIAMI-ORLANDO turuna katılacağını düşündük. Biri telefonuyla bir yeri aradı ve diğerine, “Henüz gelmemişler” dedi.
Bir on beş dakika daha bekledikten sonra Yıldız, daha önce telefonla konuşan bayana, “Siz de mi tura katılıyorsunuz?” diye sordu.
O, “Hayır, biz tura katılacak olanlarını bekliyoruz, şirketteniz!” dedi.
Üçümüz de ayağa kalktık, “Biz şirket amblemi aradık, göremedik!” dedik.
O da, “İşte bu poşetin üzerinde yazıyor, deminden beri elimde tutuyorum!” diye yanıtladı. Daha sonra ilave etti, “Keşke Lufthansa’dan sıraya girip yerinizi alsaydınız, nasıl olsa bilet sizde!”
Hayretler içinde bakakaldım. İki farklı dünyanın insanları gibiydik; aynı duruma bakış tarzımız ve anlam verişimiz çok farklıydı.
Kalktık sıraya girdik. Biraz sonra bayan mahcup bir gülümseme ile yanımıza geldi ve “ABD için otel adresine ihtiyacınız olacak, adres size verildi mi?” diye sordu.
Hayır, ne bu bilgi ne de otel adresi bize verilmemişti.
O zaman bize otelin adını ve adresini belirten bir kağıt verdi ve bir de ayrıca, ABD’ye girerken kullanılan bir formun nasıl doldurulacağını gösteren açıklamalı iki sayfalık fotokopi ile çoğaltılmış yönergeler verdi.
Bu bilgiler bizde olmadan nasıl olur da, “Keşke Lufthansa’dan sıraya girip yerinizi alsaydınız, nasıl olsa bilet sizde!” diyebilmekteydi? Aslında bu sorunun yanıtını ben biliyordum. “Mış Gibi” kitabını okumuşsanız siz de biliyorsunuzdur.
***
İstanbul – Frankfurt uçuşundan sonra uçaktan Frankfurt Havaalanına girerken hemen ayakta pasaport ve vize denetlemeleri dikkatimi çekti. Bir dikkatimi çeken de Frankfurt Havaalanında tuvaletlerin azlığı ve küçüklüğü idi. Bir tuvaleti ancak bir kişi kullanabiliyor, bir ikincisi dışarıda koridorda beklemek zorunda.
***
Frankfurt – Miami uçuşumuz rahat geçti. Miami yolculuğunda “In Her Shoes” (Türkiye’de “Onun Yerine” adıyla oynadı) filmini izledim. ABD’nin sosyal eleştirisini, insan ilişkilerinin karmaşık boyutlarını, ait olma ve birey olmanın sınırlarını, yaşlıların yalnızlığını ve kişisel bütünlüğün bireyin yaşamına getirdiği sağlıklı mutluluğu yaşamı olduğu gibi gözlemleyerek vermiş.
Miami’de pasaport kontrolüne giderken uzun koridorda üç tuvalet gördüm ve birini kullandım; büyük, temiz, işlevsel bir tuvaletti.
Pasaport kontrol bölgesinden sorumlu kişinin iki davranışı dikkatimi çekti. Dikkatimi çeken ilk davranışı küçük çocukları olan bir aileyi kuyruğun sonundan alması ve yeni bir pasaport kuyruğunun başına koyması oldu. Yorgun ve mızmızlanan çocuklarla uğraşan anababalara kendi gücü içinde yardımcı olmaya çalıştı.
Dikkatimi çeken ikinci davranışı da sürekli orada alanda gezmesi ve işlerin ne kadar süratle yapılmasına göz kulak olmasıydı. Bazı kuyruklar azaldığı zaman uzun yığılmalardaki insanlara, “9-10-11 ve 12 numaraları pencerelere gidin,” diyerek onları yönlendiriyordu. Bütün bunları yaparken kendisinde tam otorite bulunan bir insanın gücünü ve ciddiyetini hissediyordunuz. Onun için önemli olanın işin süratle ve kaliteli biçimde yapılması olduğu anlaşılıyordu.
***
İzmir’de Adnan Menderes Havaalanı’nda yılbaşında yaşadıklarımı anımsadım. 1 Ocak 2006 Pazar günü saat 20 uçağıyla İstanbul’a gitmek üzere hava alanına vardık. Sis dolayısıyla uçaklar ne inebiliyor ne de kalkabiliyordu. Biz havaalanına girerken dışarı çıkmakta olan bir yolcu, “Bütün uçuşlar iptal edilmiş, sizi buraya getiren arabayı göndermeyin, hiç beklemeyin,” dedi. Adamın söylediğini duyunca Yıldız’ın annesi babası dışarıda beklemeye karar verdi, ama biz kendimiz durumu öğrenelim diye denetlemelerden geçerek hava alanına girdik. Makinelerin başındakilerin hiç biri uçaklarla ilgili bir bilgi vermedi.
İçeri girdik, ortalık anababa günü. Yazılı hiçbir bilgi yok. Standların önü mahşer gibi. Herkes şaşkın sağa sola bakıyor. Biz de sağa sola baktık. Hareket memurluğu diye yazan bir oda var; orada görevli olduğu belli olan bir bayan ve iki bey var, sakin sakin gazetelerini okuyorlar. Yıldız gitti bayanla konuştu; bayan beni görünce tanıdı ve gayet kibar şekilde uçakların iptal olduğunu ve ancak yarın öğleye kalkacağını tahmin ettiğini söyledi.
Teşekkür ettik, havaalanından ayrıldık.
Ertesi sabah Adnan Menderes Havaalanı’nın telefon numarasını 118 Bilinmeyen Numaralardan aldım ve iki saat boyunca süren bütün çabalarıma rağmen o telefonu açan kimse olmadı. THY yollarından, sis ve uçuşla ilgili bilgi alacak başka bir numara bulamadık.
Havaalanına gitmeye karar verdik. Aynı manzara. Biletleri akşama erteleyebiliyorlar ama yoğun sis devam ediyor. Yine şöyle herkesin görebileceği bir yere yazılmış hiç bir yazılı bilgi yok. Etrafta gezen bilgi veren kimse yok. Ve yine hareket memurluğu odasında görevliler gazetelerini okuyorlar.
O akşam İzmir’den İstanbul’a gece otobüsüyle geldik.
***
İzmir’deki görevliler Miami’deki görevlilerden daha kötü insanlar değil. Hatta yakından tanıma fırsatı bulsak İzmir’dekilerin daha cana yakın insanlar olduğunu görebiliriz. Ama devlet kurumunda görevlinin halka hizmetinden ortama getirdiği öyle bir bilinç var ki, halk bu ilişki içinde kendini güçsüz ve değersiz hissediyor.
Miami’deki görevlide gözlemlediğim hizmet bilincinin kaynağı ne? Bu soru üstünde kafa yormamız gerektiğini düşünüyorum.
Sizin bu konuda düşüncelerinizi öğrenmek isterim.
Yakında görüşmek dileğiyle.
Doğan Cüceloğlu (17/01/2006)
1 Yorum