Özgüven Üstüne (2)
"İnsanın kendiyle olan ilişkisi onun en önemli, en anlamlı ilişkisidir; kendiyle ilişkisini temellendirmeden kişinin başkalarıyla anlamlı ve doyumlu bir ilişki kurması olanaksızdır."
Özgüven her insanda gelişir mi?
Doğan her çocuk muhteşem bir potansiyel olarak doğar. Evet, bu muhteşem potansiyel yapabilecek, geleceğini belirleyebilecek bir potansiyeldir. Bu potansiyelin donanım olarak ve yazılım olarak ne anlama geldiğini Keşkesiz Bir Yaşam İçin İletişim Donanımları adlı kitabımda ayrıntılı olarak irdeledim.
Kitapta belirtildiği gibi çocuk ya yüz baskın yaşam ya da can baskın yaşam ortamında toplumsallaşır. Yüz baskın yaşam ortamında büyüyen bir çocuk, “başkasına hesap vermek” bilinci içinde yaşamını süreçler ve kendisine söyleneni ve bekleneni yaparak yaşar. Kendinin ne düşündüğünü o kadar önemli değildir.
Can baskın yaşam ortamında büyüyen biri ise “kendine hesap vermek” bilinci içinde yaşar. Bu kişi başkalarının ne diyeceğini umursar, ama kendi doğrularını gerçekleştirmek, kendi gözüne hesap vermek daha önemlidir.
Şimdi geçen yazıda Mahmut adını verdiğim kişinin mektubundan bir cümleye bakalım:
” istemediğim bir bölümde okuyorum. (asıl istediğim İstanbul Üniversitesi Halkla İlişkiler.) ama öyle ya da böyle bu bölüm bitecek. Buna mecburum. Bunu eskisi kadar takmamaya çalışıyorum.”
Mahmut bana göre yüz baskın bir ortamda büyümüş ve büyürken farkına varmadan “büyükleri” onun yaşam arabasının direksiyonuna oturmuş, ama o hala kendisinin oturduğunu sanıyor.
Neden istemediğin bir bölüm istemeye istemeye bitecek?
Bu soru irdelenmeye başlandığında görürsünüz ki, Mahmut aslında kendi kendine hesap vererek, kendi koyduğu hedefleri uğruna uğraş vererek, “benim yaşamım ve benim sorumluluğum” dediği bir yolculuk içinde değil.
Böyle bir kişilik oluşumu kendi yaşamının anlamını sürekli başkalarının gözünde arar; onların takdiri ve beğenisi olmadan kendisinin kendi gözünde hiçbir değeri yoktur. Böylelikle her sosyal ortamda, “Acaba beni beğenecekler mi?” kaygısı yaşar, eli ayağı dolaşır, kendisini sevdirmek için onların hoşuna gidecek şeyler söylemek ve istedikleri şeyleri yapmak ister. Onların neyi duymak istediklerini önceden kestirmeye çalışır ve yanlış yapmaktan ve karşıdakini hayal kırıklığına uğratmaktan çok korkar.
Niçin korkar?
Çünkü onun yaşamında varoluş nedeni dış kaynaklıdır; başkalarının takdiri ve beğenisi ile var olmaktadır. Kendi gözünde kendisi yoktur.
Bu müthiş bir yalnızlıktır; çünkü kişinin arkadaşlarının, dostlarının olabilmesi için önce kendisinin var olması gerekir. İnsanın kendiyle olan ilişkisi onun en önemli, en anlamlı ilişkisidir; kendiyle ilişkisini temellendirmeden kişinin başkalarıyla anlamlı ve doyumlu bir ilişki kurması olanaksızdır.
Geçen yazıda verilmiş olan mektuptaki şu satırları bu gözle değerlendirin:
“,,,,, benim bi özgüven eksikliği var.bu derslerde ya da temel becerilerde fazla yok.asıl kişilerarası iletişimde bunun sıkıntısını oldukça çekiyorum.acaba şöyle yapsam beni kötü görür mü ya da böyle yapsam ne der? kısaca fazla empatik davranıyorum.
…….. yine kişilerarası iletişimde kendimi iyi anlatamama korkusu.kendimi basit düşürme korkusu bende baş gösteriyor.bilmiyorum buna mı bağlı ama ben konuşurken ister istemez heyecanlanıyorum ya da panik yapıyorum.bu da diksiyonumun bozuk olmasına yol açıyor diye düşünüyorum.yani hızlı konuşuyorum ve karışık cümleler kuruyorum bu da beni anlaşılmaz yapıyor.”
Peki, özgüven hangi ortamlarda gelişir?
Önümüzdeki hafta özgüvenin gelişmesine olanak sağlayan ortamlardan söz edeceğim.
Doğan Cüceloğlu (17/12/2006)
0 Yorum