Kişisel Bütünlük Ve Yaşamın Anlamı
"Kişisel bütünlüğün ilk gereği kendi gerçeğini algılamayı ve algıladığı bu gerçeğe saygılı olmayı gerektirir."
Bu yazımda kişinin kendi benliğiyle safça ilişki kurmasının, yani kişisel bütünlüğünün, onun yaşamının önemli bir yönünü oluşturduğu üzerinde durmak istiyorum.
Kişisel bütünlüğün ilk gereği kendi gerçeğini algılamayı ve algıladığı bu gerçeğe saygılı olmayı gerektirir. Hüzünlü isen hüzünlü olduğunu, korkuyorsan korktuğunu, kaygılı ise kaygılı olduğun gerçeğini kabul etmek gerekiyor. Bunu kabul etmeyen kişi kendi gerçekliğinden uzaklaşır, ‘mış gibi yaşayan’ biri olur.
SAVAŞÇI kitabında (s. 106) Arif öğretmenle aramda şu konuşma yer alır:
Bir süre sustum, ve devam ettim: “Savaşçının ilişkisi hiç bir zaman çöplüğe dönüşmez.”
—Kişisel bütünlük sadece savaşçı için değil, herkes için çok önemli; öyle değil mi?
—Evet, gayet tabii herkes için önemli. Aslında sıradan insanla savaşçıyı ayırt eden en önemli özelliklerinden biri, kişinin yaşamına getirdiği kişisel bütünlüğün düzeyidir.
—Kişisel bütünlüğün düzeyi mi dediniz, Hocam?
—Evet, daha sonra bu konuya gireceğim. Fakat şimdi şunu söylemekle yetinelim: Kişisel bütünlük her insanın üzerinde düşünmesi gereken yaşamın önemli bir boyutu.
—Evet, bunu görebiliyorum: ‘A’, ‘A’dır dediğimiz zaman, bu özdeşim ilkesini veriyor. Ben Arif Okurer olarak, düşündüğüm, hissettiğim ve yaptığım zaman, kendim olarak var oluyorum. Doğal olan bu; karıncanın karınca, kuşun kuş olarak devam edebilmesi için onların özdeşim ilkesi içinde yaşamlarını devam ettirmeleri gerekiyor. Hayvanlar için bu sorun değil; çünkü bir kuş, hiç bir zaman kuştan başka bir şeymiş gibi davranamaz. Karınca da öyle. Böylelikle ben bir kuşa veya karıncaya baktığım, onlar hakkında düşündüğüm zaman onları ne ise öyle görür ve o özellikleri içinde düşünürüm.
“Ben Arif Okurer olarak kişisel bütünlük içinde algılar, düşünür ve davranırsam, o zaman sürekli kendim olmaya devam ederim.”
Arif Bey durdu, bana baktı, “Hocam lafı sizden aldım, ben konuşmaya başladım. Çok mu konuşuyorum?” diye sordu. Onun konuşmasından memnun olduğumu, konuyu iyi kavradığını belirttiğini ve açıklamasına devam etmesini istediğimi söyledim. Arif Bey konuşmasına devam etti:
—Korku nedeniyle, ya da bir menfaat temin etmek amacıyla veya başka bir nedenle, ben Arif Okurer olmayı bırakır, bir başkası imiş gibi algılar, düşünür ve davranırsam, o zaman çelişki ilkesine karşı geliyorum. Yani, ‘aynı zamanda hem A, hem de A değil olamaz’ ilkesini ihlal ediyorum. Bir insan aynı zamanda ve aynı boyutta hem kendisi, hem de bir başkası olamaz. Eğer, bu ilkeyi ihlal edersem kişisel bütünlük içinde olmuyorum demektir ve zaman içinde özdeşimim parçalanır, kaybolur.
—Arif Okurer, bu şahane bir açıklamaydı. Sizi kutlarım. Milattan sonra 121-180 yılları arasında yaşamış bir Latin bilge kişi -adı Marcus Aurelius Antoninus- şöyle der: Dünyadaki hiç bir çıkar, verdiğiniz sözü tutmamaya veya kendinize olan saygınızı kaybetmeye değmez.
—Doğan Bey, şunu söyleyebilir miyiz: Bir insan ancak kişisel bütünlüğü kadar kendisidir. Kendisi olmayan insanın etkileme gücü de yoktur. Bu nedenle, bir insanın ancak kişisel bütünlüğü kadar etkileme gücü vardır, diyebilir miyiz?.
—Evet, diyebiliriz. Şu anda siz bir psikolojik gerçeği de dile getirdiniz. Hepimiz özü sözü doğru insana güveniriz ve onun dediğine inanırız. İki birey arasındaki ilişkide, ailede, şirkette, toplumda özü sözü doğru insan, yani kişisel bütünlük içinde olan insan daha etkilidir. Kişisel bütünlük içinde olmayan insan kendi gücünü yok eder.Kitapta, Arif öğretmenle yaşamın anlamı üzerinde konuşuyorum, ama bu noktada değil, kitabın başka yerlerinde. Fakat burada şimdi şunu hemen ilave etmek istiyorum: Kişisel bütünlük içinde olan insan kendisi olarak vardır; kişisel bütünlük içinde olmayan insan kendisi olarak yoktur, ancak ‘mış gibi’ vardır. ‘Mış gibi’ var olan insan etkili olamadığı gibi, hiç bir zaman anlamlı ve coşkulu bir yaşamı da olamaz.
Önümüzdeki yazıda, “Kendi benliğiyle safça ilişki kurabilmek kendiliğinden olan bir olay değildir; kişinin bilinçli olarak bunu başarmak için gayret sarf etmesi, bunu ‘becermeye’ çalışması gerekmektedir” konusunu ele alacağım.
Doğan Cüceloğlu (01/01/2006)
2 Yorum