Bir Sohbet Oluşturmak… Ve Sohbet İçinde Kalabilmek (2)

"Olgun insan, kişinin her an için bir tek gerçeği olduğunun farkındadır; bu gerçek kişinin algıladığı gerçektir, yani onun fenomen dünyasıdır. O nedenle olgun insan bireyin fenomenini yargılamaz."

Geçen yazımda kaldığım yerden devam ediyorum.Kime olgun insan denir? Olgun insanın farkındalıkları nelerdir?

Olgun insanın en temel farkındalığı, geçen hafta belirttiğim gibi, olayla o olayın anlamının aynı şey olmadığıdır.

Bunu biraz daha açarak söyleyelim: olgun insan, olayların anlamı olmadığını, insanın olaylara anlam verdiğini bilir. İnsan anlam verirken bir bakış açısı, bir paradigma, bir algılama zemini kullanır. Bu zemini çocuklukta farkında olmadan öğrenir ve algılarken farkında olmadan kullanır. Beyin ışık hızıyla çalıştığı için algılama sürecinin farkına varamayız. Yani algılama sürecinin kendisi tamamıyla bilinçsizdir; ama bu bilinçsiz sürecin ürünü olan algının farkına varırız, süreç bilinçsiz, ama ürünü bilinçlidir.

Olgun insan, başka bir insanın fenomen dünyasını “iyi,” “kötü” “zevkli,” “zevksiz,” “güzel,” “çirkin” şeklinde yargılamaz. Olgun insan, kişinin her an için bir tek gerçeği olduğunun farkındadır; bu gerçek kişinin algıladığı gerçektir, yani onun fenomen dünyasıdır. O nedenle olgun insan bireyin fenomenini yargılamaz.

İlk defa su ile karşılaşsam ve suyun gerçeğini yargılasam: ne biçim şey bu, “cıvık,” “renksiz,” “kokusuz,” “konduğu kabın şeklini alıyor – karaktersiz” desem, “kabahat” su da mı, yoksa ben de mi olur? Suyun akıcı, renksiz ve kokusuz olması onun gerçeği gerçeğini yansıtmaktadır. Olgun insan gerçeği yargılamaz, bunun sağlıksız olduğunu bilir. Suyun gerçeğini yargılayan insan hiçbir zaman su ile sağlıklı bir ilişki kuramaz.

Nasıl ki suyun gerçeği vardır, taşın da, havanın da, bitkinin de, canlı cansız her şeyin bir gerçeği vardır. Bir insanın gerçeği de o an içinde bulunduğu kendi fenomen dünyasıdır. Eğer insan o an “hayret etmiş” ise, demek ki ona göre hayret edilecek bir şey görmüştür. Ona, “Niye hayret ediyorsun, bunda hayret edilecek bir şey yok!” demek, onun gerçeğini yargılamak demek olur.

Bir insan herhangi bir şeye kızmışsa, onun gerçeği o an “öfkeli bir insan” olma gerçeğidir. Sizin farklı bir gerçeğiniz olabilir; onun kızmış olduğu şeye siz kızmamış olabilirsiniz, hatta güldürücü bir şey olarak bile gelebilir. Öfkeli kişiye, “Niçin kızıyorsun, bunda kızacak ne var? Kızma!” derseniz, öfkeli inansın gerçeğini yargılamış olursunuz.

Bu fikirleri burada rahat rahat söylüyorum, ama benim temel değerlerimden birine -örneğin, dürüstlük, hakkaniyet, sevgi gibi- saldırı olarak algıladığım sözlere ve davranışlara tepkim “öfke” dolu oluyor. Daha sonra öfkemin farkına varıyorum ve onun ne demek istediğini anlamaya çalışıyorum. Bunu ben yapıyorum, ama zamanla sayısı ve süresi azalıyor.

Benim de ara sıra yaptığım gibi bir insanın gerçeğini yargılarsanız o insanla sağlıklı ilişki kuramazsınız. Bu kişi çocuğunuz olabilir, eşiniz ya da komşunuz olabilir. Fenomen dünyasını yargıladığınız insanla sağlıklı bir ilişki kurmazsınız.

Bir insanın fenomen dünyasını yargıladığınızda ne olur?

Bir insanın fenomen dünyasını yargıladığınız zaman, o insanla ilişkiniz zamanla şu dört olasılıktan bir tanesine doğru gider. En kötüsünden başlayarak olası ilişkileri sıralıyorum:

1. İlişkiniz savaş halini alabilir. Ne demek savaş halini alması? Savaş halinin niyeti, “karşıdakini yok etmek, ortadan kaldırmaktır.”

2. İlişkiniz dövüş halini alabilir. Dövüşün niyeti, “karşıdakinin kolunu kanadını kırmak, onu güçsüz hale getirmek ve alt etmektir.”

3. İlişkiniz güreş halini alabilir. Güreşin niyeti, dövüşün niyetine benzer, yalnız derecesi biraz daha azdır. Güreşen hep üstte kalmak, kendi dediğini yaptırmak, kendi sesini duyurmak ister. Karşıdakinin düşüncesi, duyguları, istekleri onun için bir anlam ifade etmez. Hep kendi dediği olduğu sürece birlikte olmakta bir sakınca görmez.

4. En son ihtimal ilk başta pek olumsuz gözükmez, ama aslında en olumsuz olasılıklardan biridir: birbirini umursamaz hale gelmek. Birbirinin yanında, sanki öbürü yokmuş gibi davranmak ve konuşmak.

Yukarıda söylediklerimin hepsi tepkisel iletişim tarzlarıdır. Böyle bir iletişimde kişiler kendi fenomen dünyalarını paylaşmak yerine karşıdakinin söylediklerine tepkide bulunurlar. O nedenle bu tip etkileşime iletişim yerine “Tepkileşim” demek daha doğru olur.

Bir insan karşıdakinin fenomen dünyasının gerçekliğini kabul ederek iletişim kurduğunda bir anlamda bir dans başlamış oluyor. A kişisi, “Mehmet’e gücendim,” dediğinde kendi anlam dünyasını ortaya koymuş oluyor. “Anlıyorum; demek ki Mehmet, bilerek ya da bilmeyerek seni kıracak bir şey yapmış; benimle paylaşmak ister misin?” derseniz, o kişinin duygularını hiç yargılamamış olursunuz. Böyle konuştuğunuzda bir iletişim dansı başlatmış olursunuz. Karşılıklı konuşulan cümleler dansın adımlarıdır.

A kişisi, “Mehmet’e gücendim,” dediğinde siz, “Mehmet iyi arkadaştır, o kimseyi gücendirecek bir şey yapmaz, sen yanlış anlamışsındır!” derseniz bir güreş başlatmış olursunuz. Bu güreş şunu söylüyor: Ben Mehmet’i senden daha iyi tanırım. Mehmet hakkında senin algılamaların-anlam verişlerin yanlış, benimkiler doğru. Hatandan vazgeç ve benimkini kabul et!”

Karşıdakinin verdiği cevaba göre bu dövüşe, savaşa ya da bir süre sonra birbirinizi umursamamaya doğru gidebilir.

Yargılama sadece olumsuz içerikle olmaz, olumlu ifadeleri de yargılamak mümkündür. Diyelim ki bir davranışınızdan sonra bir arkadaşınız size şöyle dedi: “Çok zahmet ettin ama yaptığın gerçekten makbule geçti, teşekkür ederim.” Eğer siz, “Ne zahmeti canım, rica ederim, lafı mı olur; ne yaptık ki, alt tarafı yarım saatlik iş,” gibi bir cevap verirseniz, aslında arkadaşınızın duygu ve düşüncelerini kabul etmemiş ve bu nedenle yargılamış olursunuz. Bu tür yargılamalar kibarlık adına bizim toplumda sık sık yapılır. Böyle konuştuğunuz zaman kişinin algılamasını, olayı değerlendirmesini ve hissettiği duygularını önemsemiyor hatta onların yanlış olduğunu orada olmamalarını gerektiğini söylüyorsunuz. Bana göre olgun bir insan karşıdaki, “Çok zahmet ettin ama yaptığın gerçekten makbule geçti, teşekkür ederim,” dediğinde, “İşine yaradığına ve makbule geçtiğine memnun oldum. Senin işine yarayacak bir şeyler yapmak da beni mutlu ediyor. Çünkü sen değer verdiğim bir dostumsun,” demeli. Bu bana daha gerçekçi ve daha dürüst geliyor.

Geçenlerde bana gelen okur mektubunu kimlik tanınmaması için biraz değiştirdikten sonra aşağıya alıyorum:

“Merhaba; Eşimle üç yıl flört ettikten sonra 6 ay önce evlendik. Eşim babasıyla birlikte çalışıyor ve ailesi evliliğin maddi sorumluluğunu kendilerince üstlenmiş durumdalar. Yani eşime verilen bir aylık yok. Bu da ikimiz arasında çok fazla soruna yol açtı. Çünkü bir türlü bütçemizi oluşturamadık. Ben de çalışıyorum fakat kazandığım parayı evin ortak parası olarak göremiyorum; bu da eşimin sorumsuz olmasından kaynaklanıyor. Kendimin, eşimin ve evimizin özel giderlerine harcıyorum. Bu arada eşim babasıyla çalıştığı için ailesi bütün harcamalarımıza ve isteklerimize müdahale ediyor. Bana göre bu çok yanlış; eşim ise bu konu hakkında konuşmak istemiyor. Artık evliliğimi yürütemiyorum. Tarzları çok yanlış bence; eğer baba oğul bir arada çalışıyorsa ve baba oğlunu evlendiriyorsa ilk önce bütçesini ayırmalı. Bu bir aylık bağlamakla bile olabilir ve aileler eşlerin isteklerinde, zevklerinde ve seçimlerinde onları baş başa bırakmalılar. Ben evime alacağım televizyonu gidip eşimle beğenip almak isterim; tabii ki renk, model v.s. konularda ailelerimize ve arkadaşlarımıza danışabiliriz, ama istersek! Zoraki olunca ortaya büyük sorunlar çıkabiliyor. Bu konuda keşke aileler bilinçlense…”

Bu öyküyü okuyunca sanırım siz de benim gibi farklı bakış açılarını hemen görebiliyorsunuz. Geleneksel kültür içinde olaya bakan bir anababa var; bir de modern yaşamın bireyselleşmiş kültürü içinde bakan genç bayan. Bu aslında geçen hafta benim serviste kadının yanındaki boş koltuğa oturma durumuma ne kadar benziyor.

Şimdi siz okurlara sorularım var:

1- Bana mektup yazan yeni evli bu genç bayan üç yıl boyunca eşiyle gerçekten iletişim kurabilmiş mi? Para konusu gibi kişinin bağımsızlığıyla çok yakından ilgili bir konuda bu durumun ancak evlendikten sonra farkına varılmasına siz inanabiliyor musunuz? Farkına varılmamışsa, farkına varılmamış olması gerçekten incelenmeye değer. Kişi evleneceği, birlikte yaşayacağı insanın böyle bir yönünü algılamak için ne yapmalı!

2- Evlenecek erkek, parasal bağımsızlığını kazanmadan evlenme teklif ediyor ve ilerde oluşacak durumla ilgili hiçbir konuşma oluşmuyor?

3- Erkeğin anası-babası olaya sanırım, “oğlumuzu evlendirdik,” diye bakmıyor; pek muhtemelen, “eve gelir getirecek bir kız evladımız oldu” diye bakıyor. Ve hem oğlunun hem de yeni kızının, yani her iki evladının yaşamının tüm davranışlarına yön vermeyi ve onları yönetmeyi kendi analık babalık görevleri olarak görüyorlar. Onlar için doğru yol bu. Bu bakış tarzı içinde onlar kendilerine düşen konuşmayı yapıyorlar, gençlerden beklenen itaat etmek.

Peki, bu durumda ne olacak?

Olumlu olasılık taraflar arasında bir sohbetin başlaması: genç karı koca arasında ve anababa ve gençler arasında. En sağlıklı ve uygar seçenek bu.

Sanırım siz de benim kadar biliyorsunuz ki bu olamayacak. Bu insanların her biri “yetişkin çocuk.” Yani bedenen gelişmiş ama duygusal ve bilişsel olarak gelişmiş değiller. Gelişmiş olgun insan olsalardı, diğerinin gözüyle olayı görerek iletişim kurmasını becermeye başlarlardı.

Peki, ne olacak?

Bence genç kız güreş başlatacak, ama onun bu durumda hem kocayı hem de onun ana ve babasını yenmesi ve kendi isteğini yaptırması pek mümkün gözükmüyor.

Güreş zaman içinde dövüşe gelişebilir. Savaşa kadar gidebilir.

Ya da birçok evliliklerde olduğu gibi “kaderine razı olmak” oluşur. Ruhu ölmüş mış gibi bir evlilik oluşur.

Kadının kendine saygısı varsa, çevresinde onu kollayan sosyal destek ağı varsa ve cesursa bir an önce boşanır. İkinci bir evliliğe girmeden önce kendini geliştirip, yetişkin çocuk olmaktan kurtulup olgun bir insan olduktan sonra bilinçli olarak “kendi yuvasını” kurmasını becerir.

Biriyle sohbet oluşturabilmek için olgun insanda bulunması gereken farkındalıkları irdelemeye önümüzdeki yazımda devam edeceğim.

Doğan Cüceloğlu (18.03.2007)

Yorumlarınızı Paylaşın

GÖNDER

3 Yorum

  1. Merve IŞIKHocam sabahın saatlerinde bu güzel yazıyı okudum. İnsanın değerlerine, düşüncelerine bu kadar yakın olmanız ve bu farkındalığı bize oluşturmanıza minnettarım iyi ki varsınız. Öncesinde kendi isteklerimin dışında başka istek ve kişilere yer verdiğim hayatımda sizden sonra kendimi tanıma bilincimin oluşması çok hoşuma gidiyor . Teşekkürler
  2. Ayşegül BardakçıKendini geliştirme konusunda bilinçlenmeye çalışan 16 yaşında bir genç olarak yargılamanın aslında ne kadar geniş bir boyutunun olduğunu ve ailevi açıdan ne kadar örselenmiş olduğumu öğrendim ve fark ettim sizin sayenizde çok teşekkür ederim.
  3. Fatih İbrahim KaracaMüthiş bir yazı olmuş fenomenin bu kadar önemli olduğunu düşünmemiştim ayrıca teşekkür etmek rica etmek kavramlarına bu anlamları hiç yüklememiştim. Yazı birden çok değeri birlikte hatta içiçe geçecek şekilde ele almış hakkaniyet, gerçeğe saygı, empati, farkındalık.. Doğan hocamın büyük resim bilinci sayesinde bu günde bir şeyler öğrendik seni seviyor özlüyoruz hocam.

İlgili kitaplar

Güncel Video

Çaresizlikten nasıl kurtuluruz?

‘İyimser’ ve ‘kötümser’ olmak arasındaki fark nedir? Çaresiz mi doğuyoruz? Neden depresyona giriyoruz?