Amerika Gözlemleri – 2
Kişilerarası ilişkilerin altında bireysel çıkarlar bulunduğu çok doğal olarak kabul edilmiş durumda ve anladığım kadarıyla Amerikan kültürü insan ilişkilerinin bu yönden formülünü oluşturmuş. Her şey açı seçik her iki tarafça biliniyor. Yani mış gibi bir durum yok.
Florida eyaletindeki Orlando bir lunapark kenti. İnsanların içindeki çocuklar burada kendi eğlencelerini buluyorlar ve yetişkinlerin dünyasından bir süre kaçarak mutlu oluyorlar.
Disneyland’ın sloganı: Dünyanın en mutlu yeri (happiest place on earth.) Kişilerin eğlenmek için bu kadar para harcayacaklarına güvenerek bu alanda büyük bir endüstri geliştirmek ABD’de Disneyland’ın başlattığı bir girişim. “İçindeki çocuğu onurlandıran birey” kavramı bu endüstrinin temelinde yatıyor. İçindeki çocuğu onurlandıran bireyin yetişmesine, gelişmesine ve yaşamını devam ettirmesine olanak sağlayan sosyal ortamın özellikleri ve bu özellikleri taşıyan toplumun gelişmesinin tarihsel ve ekonomik boyutlarını incelemek bence çok eğlenceli ve değerli bir doktora çalışması olabilir. Bu satırları okuyan ekonomi, sosyal psikoloji, sosyoloji alanlarında doktora öğrencileri böyle bir çalışma yapmayı düşünebilirler.
Bu eğlence yerlerine gelen Amerikalıların büyük bir çoğunluğunun aşırı şişman oluşu dikkatimi çekti. Kadını erkeği, genci yaşlısı büyük bir çoğunluk obez denen türden aşırı şişman. Bu eğlence parklarında ve hemen hemen şimdiye kadar gördüğüm ayak üstü yemek yenecek yerlerde satılan yiyecekler kişileri şişmanlatacak türden hamurlu, yağlı ve tatlı yiyecekler. Porsiyonlar çok büyük. ABD’de sağlık bilgisinin bu kadar gelişmiş olmasına rağmen böyle bir sağlıksız yiyecek kültürü ve obez insanların oluşu Amerikan toplumunda sağlıksız bir durum olduğunu düşündürüyor bana. Bu insanlar isterlerse çok sağlıklı yiyecek satan bir lokanta zinciri de oluşturabilirler.
Kahve, kola, bir sürü ıvır zıvır, abur cubur yemek içmek düşkünlüğü neyi gösteriyor? Bana, ortada önemli bir sorun olduğu ve insanların buna bir çözüm bulamadığı izlenimi geldi.
Dallas
Dönüşte Yıldız ve Umay Miami’de benden ayrıldılar, onlar Frankfurt üzerinden İstanbul’a döndüler. Ben Teksas’ın Dallas kentine uçtum. Dallas Fort Worth Havaalanı’na akşam vardım ve gideceğim otele kiraladığım arabadaki yönlendirici aleti kullanarak gittim. Bu aleti ilk defa kullandım. Alet bir uydu sistemine bağlı ve arabanın şimdi bulunduğu yeri otomatik olarak buluyor ve sana nereye gitmek istediğini soruyor. Gitmek istediğin yeri belirtiyorsun ve “tamam” tuşuna bastıktan sonra alet “işaretli yolu takip edin” diyor ve her dönüş, giriş ve çıkışı önceden sesli olarak bildiriyor ve çıkışların adlarını ya da numaralarını ekranda yazıyor. Benim otel ile havaalanı arasındaki gidiş zamanı olarak 28 dakika hesaplamıştı ve ben dört hata yaparak 85 dakikada gittim. Hata yaptığınız zaman, “gideceğin yolu yeniden hesaplıyorum” diyor, o zaman anlıyorsun ki sapman gereken yerden değil başka bir yerden sapmışsın. Ama Dallas’ta kaldığım iki gün içinde aleti rahatça kullanabilir hale geldim.
Dallas’ta 16 yaşındaki küçük kızım Emily ile iki gün geçirdim; onun okul arkadaşlarını gördüm. Dallas’da okullara verilen önemi, ABD’nin diğer yerlerinde olduğu gibi açıkça gördüm. Devlet lisesi binasının bakımlı oluşu, büyük spor kompleksleri, çocukların müzik ve tiyatro çalışmalarına verilen önemi tiyatro ve müzik holleri yapılmasından anlıyorsunuz. Ders bitiminde Emily okuldan çıkarken diğer öğrencilerin kılık kıyafetine baktım. Meksika orijinli ve aralarına İspanyolca konuşan erkek öğrenciler pantolonlarını o kadar bol ve uzun giyiyorlar ki kıçlarından pantolon ya düştü ya da düşecek durumu oluyor. Öğrenciler gruplar halinde ve aynı ırk ve sosyo ekonomik durumdakiler bir arada öbekler oluşturuyorlar. Burada hiçbir gruba ait olamayan bir öğrencinin ne kadar yalnız hissedeceğini düşündüm.
Okul üniforması yok, herkes kafasına estiği gibi giyiniyor; daha sonra Emily’e sordum bir giyiniş kuralı var mı diye, sadece kızların mini etek giymesi yasakmış, ona da pek aldırış etmiyorlarmış. Buradaki ana babalarla konuşmalarımdan anladığım o ki, ergenlerin sorunları bizdeki gibi; bağımsızlık istiyorlar, ama sorumluluk istemiyorlar; istekleri sorgusuz sualsiz yerine getirilsin ve kendilerine soru sorulmasın istiyorlar.
New York Kenti
19 Ocak Perşembe günü New York’a geldim. New York’ta bu mevsimde az rastlanan bir ılık hava vardı. Geldiğimin ertesi günü oğlum Timur’un ofisine gitmek için metroya bindim. 20 dakikalık kısa bir zaman süresi içinde iki dilenci vagonlardan geçerek para istedi. Biri 40-45 yaşlarında gösteren pejmürde kılıklı bir zenci erkekti; oldukça ağır bir güney zenci aksanıyla bir şeyler söyleyerek vagonun başından başlayıp sonuna kadar gitti ve iki kişi, her ikisi de siyah erkek, adamın yüzüne bakmadan elinde tuttuğu büyük bardak biçimindeki kaba bozukluk birkaç kuruş attılar.
Diğer dilenci öbür vagondan gelince, “Günaydın baylar bayanlar, benim adım Andrea ve ben 32 yaşındayım,” diyen bir beyaz kadındı ve o da anlayamadığım bir şeyler anlatarak yürüyordu. Trenin tekerlek sesleri kızın sesini ara sıra bastırdığı için ne dediğini anlayamadım. Ona kimse para vermedi. Bazı kimselerin ona ters ters baktığını gördüm.
İnsanlar birbirlerine saygılı biçimde uzaklar; bu saygının altında “benden uzak dur, beni rahatsız etme, derdini bana bulaştırma” mesajını hissettim. Bireyselleşmeye izin veren toplumun sağlıklı ve gelişmiş bir toplum olacağını düşünürdüm. Bireyselleşmenin can kaynaklı değil yüz kaynaklı olabileceğini bu New York seyahatimde düşünmeye başladım. Daha önce kültür robotunun karşıtı olarak bireyselleşmiş insanı düşünürdüm. Bu gezimde, ABD yaşamının bireyselleşme görünümünü kültür robotluğu haline getirdiğini düşünmeye başladım.
Can odaklı bir bireyselleşmede kişinin geliştirmesi gereken bir duygusal ve bilişsel olgunluk derecesi var. Kültür robotu olarak bireyselleşmede bu olgunluk yok. Bireyselmiş görünen kültür robotları hakkında daha sonra düşünmek ve sonra yazmak istiyorum. New York’ta edindiğim izlenim o ki, ilişki içindeki herkes, kişinin bireysel çıkarının yaşamda en önemli şey olduğunu biliyor. Bu bireysel çıkarı saygı ile karşılamak gerektiği anlayışı yerleşmiş. Kişilerarası ilişkilerin altında bireysel çıkarlar bulunduğu çok doğal olarak kabul edilmiş durumda ve anladığım kadarıyla Amerikan kültürü insan ilişkilerinin bu yönden formülünü oluşturmuş. Her şey açı seçik her iki tarafça biliniyor. Yani mış gibi bir durum yok.
Bizim Türk kültüründe bireysel çıkarlar hiç önemli değilmiş gibi bir tavır içinde ilişkilere giriyoruz. Her iki tarafta diğerini bu konuda ikna etmeye çalışıyor. Ama alttan alta her iki tarafta biliyor ki ilişkinin gerçek temeli kişisel çıkarda yatıyor. Tabii bu durum oldukça zor ve sahte bir ilişkiler matrisi yaratıyor. Bizim sistemin giriftliğini gördükten ve yaşadıktan sonra Amerikalıların ki çok çocuksu ve sığ geliyor insana.
Şimdi New York’tan Seattle’a torunum Joshua’yı görmeye gideceğim. Birazdan John F. Kennedy Havaalanı’na gitmek üzere yola çıkacağım. Benim şu an bulunduğum yer Manhattan’ın Tribeca denen bir muhiti. Kesif bir sis yuvarlana yuvarlana geliyor ve ortalığı kaplıyor, umarım bu sis uçakların kalkmasını etkilemez.
Doğan Cüceloğlu(22/01/2006)
0 Yorum