Yaşanmış Bir Öykü

Hepimizin amacı aynı: gözleri ışıl ışıl yaşama merhaba diyen, yaşamla dans etmekten korkmayan çocuklarımızın ve gençlerimizin sayısını artırmak. 

Olay İzmir’de yirmi yıl önce oluyor. Kadın yirmi dört yaşında, iki aylık hamile, dolmuştan inerken tansiyon düşüklüğünden dengesini kaybediyor, kaldırımda duran orta yaşlı bir kadına, “Affedersiniz, sanırım tansiyonum düştü, size biraz tutunabilir miyim?” diyerek omuzuna elini atıyor. Omuzuna tutunduğu kadın, “Deli mi bu ne!” diyerek hamile kadının elini itiyor. Genç kadın, orada bir yere çöküyor ve yarım saat kendine gelemiyor. Daha sonra kocasını arıyor ve hastaneye gidiyorlar. 

Şimdi kızı yirmi yaşlarda olan kadın bayram günü buluştuğumuzda anlattı başından geçen bu öyküyü. Bu olaydan sonra kendisinde dışarıya yalnız çıkma fobisi başlamış ve yıllarca sürmüş. “Ya dışarda başıma bir şey gelirse; kimsenin umurunda değilim, kimse bana yardım etmez!” korkusu içine yerleşmiş. 

Bu öyküyü sizinle niçin paylaştım? 

  1. Yardıma muhtaç genç bir bayanın fenalaşmasından ve omuzuna dokunmasından huylanan kadınların olduğu bir toplumdayız. Bunun üzerinde düşünmeliyiz. Bu kadını suçlamak istemiyorum; kim bilir başına daha önce neler geldi ki, böyle bir durumda hemen kendini korumaya alarak böyle bir tepkide bulundu. Ama bu tür insanların sayısı çoğaldıkça birbirine güvenmeyen, empati yoksunu bir toplum haline geliriz. Bu kavramı bilinçli olarak kullanıyorum: EMPATİ YOKSUNU. Bir toplumun yoksulluğu, ekonomik fakirliğinden önce empati fakirliğiyle başlar. Empatinin bir değer olmadığı aileler, okullar, hastaneler, üniversiteler, devlet daireleri çoğaldıkça, toplum yoksullaşır. Tabii önemli soru şu: Bir toplumun ailelerinde, okullarında, hastanelerinde, üniversitelerinde, devlet dairelerinde neden empati bir değer olarak yaşamaz? Bu soru önemli bir sorudur ve bu soruyu Korku Kültürü kitabımda oldukça ayrıntılı inceledim. 
  • Yirmi dört yaşındaki bir bayanın başından geçen bir olay onu o yaşta öyle etkilemiş ki, o yaşta, bir sarsıntı, incinme ve travma yaşamış. Dört aylık, altı aylık, on aylık, iki, üç, dört, beş yaşlarındaki çocukların ailelerinde yaşadıkları empati yoksunlukları onlara bir ömür travma yaşatıyor ve ne yazık ki, kalbi ve zihni siyasi, ideolojik ya da dini bağnazlıkla körleşmiş ana babalar, dedeler ve nineler bunun farkında bile olmuyorlar. Üç yaşında hayata küsmüş çocukların gözündeki yalnızlığı ve acıyı gören okurlarım neden söz ettiğimi çok iyi biliyorlar. 

Değerli okurlarım, hayatın en önemli zenginliği farkında olma zenginliğidir. Farkındalığımızı paylaşarak birbirimiz için daha da zenginleştirelim. Sizler kendi öykülerinizi paylaşarak bunu yapıyorsunuz. Hepimizin amacı aynı: gözleri ışıl ışıl yaşama merhaba diyen, yaşamla dans etmekten korkmayan çocuklarımızın ve gençlerimizin sayısını artırmak. 

Doğan Cüceloğlu (03.10.2015) 

Yorumlarınızı Paylaşın

GÖNDER

1 Yorum

  1. Fatih İbrahim KaracaMutluluğun parada, eşyada, makamda, mevkide olmadığını farkındalık, empati, paylaşım, sorumluluk bilinci gibi değerler de olduğunu hocam çok güzel anlatıyor.

İlgili kitaplar

Güncel Video

Çaresizlikten nasıl kurtuluruz?

‘İyimser’ ve ‘kötümser’ olmak arasındaki fark nedir? Çaresiz mi doğuyoruz? Neden depresyona giriyoruz?