Sizin Çocuklarınız Ne Kadar Şanslı! – 2

Bir gün kampüste yürürken çocuk parkında bir anne ve küçük kız çocuğu gördüm. Kız çocuğu mahzun anne ise dünyanın farkında değilmiş gibi çökmüş bir halde idi. İçimde bir şey oldu. Yürüyemedim; oraya kaldırımın kenarına oturdum ve göstermemeye çalışarak hüngür hüngür ağladım.

Bir programda orta yaşlı bir bayanı ayağa kaldırarak, para önemli mi, diye sordum. Hiç tereddüt etmeden, çok önemli, dedi. Benim elimde gizli güçler var, istersen sana istediğin kadar para verebilirim, dedim. Gülümsedi, gözlerimin içine baktı.

Bunda bir bit yeniği var, durup dururken bana niye para vereceksin, gibi bir bakıştı bu. Sorumu yineledim. İzleyenlerin hayrına onunla bir oyun oynamak istediğimi sezerek, gülümsedi ve, isterim, dedi. Ne kadar istersin, diye sordum. Bir ev alayım, bir araba alayım, çocuklarımı okula göndereyim, kocamla bir dünya seyahati yapayım ve biraz da banka da birikmiş param olsun, kara günde kullanayım, hepsi o kadar, dedi. Ben parayı Euro türünden veriyorum, ne kadar istersin, miktarını söyle dedim. Beş yüz bin Euro yeter, dedi. Ben kendisine on milyon Euro vereceğimi söyledim, yalnız önemli bir koşulum olduğunu belirttim. Biliyordum, bunun bir yerde bir bit yeniği olacağını, gülümsemesi yeniden yüzüne geldi ve bir şey demeden yüzüme baktı. Bu, dinliyorum konuş bakışı idi. Koşulum şu, dedim: Sana on milyon Euro vereceğim, fakat mutlu olmana izin vermeyeceğim; yaşamın boyunca hiç mutlu olamayacaksın.

Programdaki bazı kişiler kadını etkilemek için, o parayla mutluluğu satın alırsın, o kadar parayla her şeyi yaparsın, sen parayı kabul et, gerisi kolay, diyorlardı. Bazıları da, deli misin, sakın parayı kabul etme, mutlu olmadıktan sonra paranın anlamı ne, diyerek kadını diğer yönde etkilemeye çalışıyorlardı.Kadın gülümseyerek, parayı kabul edemeyeceğini, mutlu olmanın onun için daha önemli olduğun söyledi. Kendisine, bu son fırsat, bu kadar para kazanma fırsatını bir daha bulamayacağını, söyledim.

Gülümsemesine devam ederek, bu tür fırsat olmaz olsun, mutluluğumun bedeli yok, dedi. Kendisine teşekkür ettim, yerine oturdu. Mutluluğu seçerek parayı reddetmesini isteyenler onu alkışlarken, paraya daha çok önem veren diğer grup ise, cık cık diye sesler çıkararak tasvip etmediklerini dile getirdiler. Türkiye çapında bir araştırma yapsak acaba bu bayan gibi mutluluğu paraya tercih edenlerin sayısı yüzde kaç olur? Bana bayağı yüksek olur gibi geliyor. Böyle soyut bir soru yerine, bayanın önüne gerçekten on milyon Euro dolu bir torba koysak, acaba hanımefendi yine mutluluğu mu seçerdi ve mutluluğu seçmesi o kadar kolay olur muydu? Yine mutluluğu seçer miydi, bilmiyorum; ama herhalde karar vermesini bayağı zorlaştırmış olurduk.

Mutluluk ve Aile

Aile yaşamı ve mutluluk arasında doğal bir ilişki vardır. İnsanın çocukluğu onun yaşamının temelidir ve çocukluk aile yaşamında yer alır. Çocukluk bireyin özünün biçimlendiği yıllardır ve ömür boyu etkisini gösterir. “İnsanın anavatanı çocukluğudur; çocukluğunu yaşayamayan insan vatansız bir insan gibidir; şu koca dünyada kendini hiçbir yere ait hissedemez,” diyen bilge kişi gerçeği söylemiş. Aile yalnız çocuklar için değil, yetişkinler için de mutluluk kaynağıdır. Kişinin ait olma duygusunu ve varoluşunu tüm boyutlarını yaşayabildiği en temel sosyal ortam onun ailesidir, yuvasıdır. Olgunlaştıkça birey mutluluğun ve buna bağlı olarak ailenin yaşamındaki değerini anlamaya başlar. Olgunlaşmış kişi aile kurmayı ve mutlu olmayı tesadüflere bırakmaz; sağlam temeller üzerine kurmaya özen gösterir.

Ben Amerika’ya lisansüstü eğitimi için gittiğimde yirmi üç yaşındaydım ve ailenin ve mutluluğun insanın yaşamında kendiliğinden oluşan, yaşamla beraber gelen bir şey olduğunu düşünüyordum. Daha doğrusu aile ve mutluluk üstünde düşündüğüm falan yoktu, bunların ayrıca çaba harcanacak, farkına varılması gereken şeyler olduğunun farkında bile değildim. “Niye farkında değildim?” önemli bir soru. Anababaların, eğitimcilerin, toplumbilimcilerin, bu toplumun geleceğiyle ilgilenen herkesin üzerinde düşünmesi gereken önemli bir soru. Aile kurma ve mutlu olma konularında pek düşünmemiştim. Çünkü benim büyüdüğüm çevrede bu konular üstünde düşünülecek konular gözükmüyordu. Kısmetin kimeyse onunla evlenirdin, Allah kaç çocuk verirse o kadar çocuğun olurdu, ömrünün vadesi kadar yaşar ve ecelin geldiği yerde ruhunu teslim ederdin.

Gördüğünüz gibi yaşam, bireyin kafasını yoracağı ve bilinçli olarak seçimler yapıp onlardan sorumlu olması gereken bir süreç değildi. İnsanın yaşamını yöneten büyük güçler vardı; benim yetiştiğim ortamdaki olgun insanın yapabileceği en önemli şey, şikayet etmeden kaderine razı olmak ve başına ne gelirse gelsin haline şükretmeyi bilmekti.

Evlendiğimde Yaşamımdan Sorumluluk Alan Biri Değildim Zeki, çalışkan ve hırslı bir insandım; okul hayatında başarılıydım ve okul başarısı akademik hayatta da devam etti. İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümü’nde Asistan iken bir Amerikalı profesörün araştırma projesine katıldım ve orada yaptığım çalışmalarla ilgili olarak Amerika’ya, Illinois Üniversitesi, Champaign-Urbana Kampusu’na doktora eğitimi için gittim. Emily ile sınıfta tanıştım. Sessiz, sakin, içine kapalı bir kızdı. Gözlerimin içine gülerek bakan ve bana ilgilerini saklamayan diğer Amerikalı kızlardan çekinirdim; sessiz, sakin, içine kapalı Emily bana kendimi daha erkek hissettirdi, ondan çekinmedim; ona istediğimi yaptırabileceğimi hissettim. Kadın erkek ilişkisinde erkeğin kadına baskın olması ve kadına istediğini yaptırabilmesi benim içinde yetiştiğim ortamda doğal olarak öğrendiğim bir şeydi; bunu gerekliliği, doğru veya yanlış olduğu tartışmasına burada girmek istemiyorum. Burada sessiz, sakin ve çekingen olan Emily’i neden tercih ettiğimi anlatmaya çalışıyorum. Emily ile beraber zaman geçirmeye başladık; bana söylediğine göre, onun ilk beraber olduğu erkek bendim. Bazı geceleri beraber geçirmeye başladık ve ne o ne de ben hamilelikten korunmak için herhangi bir tedbir almadık. Niçin tedbir almadık? Ben, bu Amerikalı kız, herhalde bir bildiği vardır, diye düşündüm. Ayrıca, eczaneye gidip birine, sizde prezervatif var mı, diye sormayı çok ayıp buldum, utandım.

Emily’in hamile kalıp kalmamasından bütün sorumluluğu Emily’e bıraktım. Sonradan öğrendim ki, Emily de, Doğan’ın bir bildiği vardır herhalde, diyerek hamile kalıp kalmama konusundaki bütün sorumluluğu bana bırakmış. Böyle konuları konuşmak ayıp olduğu için Emily ve ben aramızda bu konuyu hiç konuşmadık. Emily ile cinsel ilişkim soğuktu, uzaktı, mekanikti ama utangaç, sıkılgan, uysal ve sarışın güzel bir kız olması benim için önemliydi. İlişkiye devam ettim. Aylar geçti ve kendi kendime, bu kız galiba hamile kalmayacak, ben şanslıyım, diye düşündüğümü hatırlıyorum. Ama hamile kaldı. Emily bir gün bana hamile olduğunu söyledi. Ben, allak bullak oldum. Hemen kararımı verdim; çocuğu aldıracaktık. Ama o zaman Amerika’da kürtaj kanunen yasaktı ve kürtaj yaptıran kadınların çoğu pis koşullar altında ehil olmayan kimselere kürtaj oluyor ve canlarıyla kumar oynuyorlardı. Birçok korkunç kürtaj öyküsü gizliden gizleye, kulaktan kulağa söyleniyordu. Ben evlenmeyeceğim, seninle evlenirsem burada kalmam gerek, ben Türkiye’ye döneceğim, dedim. Emily, ben de Türkiye’ye gelirim, seninle evlenmek beni mutlu eder, dedi. Seninle evlenmek beni mutlu etmez, dedim. Benim ailem Amerikalı bir gelin istemez, dedim. Çok üzüldü ve çok ağladı. Ne yapacağımızı ikimiz de bilemiyorduk. Aylar geçti. Emily’nin hamileliği dördüncü ayına girdi. Bu arada Emily üniversitenin danışmanlık bölümüne gitmiş ve onların tavsiyesiyle bir karar almış; bu kararı bana bildirdi. “Çocuğu tek başıma büyütemem. Çocuğu doğuracağım ve bana yardımcı olan kurum onu doğumdan hemen sonra benden alacak ve evlatlık olarak başka bir aileye verecek. Sırada bekleyen aileler varmış.”

Peki, dedim ve oradan ayrıldım. İçim karmaşık duygularla doluydu. Bir anlamda içim rahatlamıştı, artık evlenmek zorunda değildim. Ama kendi evladımı başka bir ailenin evlatlığı olarak düşünmek içime kor gibi düşmüştü ve içim burkularak kıvranmaya başladım. Etrafta konuşacağım, akıl soracağım hiç kimse yoktu. Böylece cehennem hayatına benzer birkaç hafta geçirdim. Bir gün kampüste yürürken çocuk parkında bir anne ve küçük kız çocuğu gördüm. Kız çocuğu mahzun anne ise dünyanın farkında değilmiş gibi çökmüş bir halde idi. İçimde bir şey oldu. Yürüyemedim; oraya kaldırımın kenarına oturdum ve göstermemeye çalışarak hüngür hüngür ağladım. O an çok açık seçik anlamıştım ki, ben çocuğumu evlatlık olarak verecek biri değilim ve böyle bir şey yaparsam ömür boyu kendimi affedemeyecektim. Kendi kendime karar aldım; şimdi evlenecektik ve çocuk biraz büyüyünce boşanacaktık.

Akşam Emily’e telefon ettim, kendisiyle konuşmak istediğimi söyledim. Buluştuk. Şimdi evleniriz, çocuk büyünce boşanırız, dedim. Olur, dedi, kabul etti. Ve Emily altı aylık hamileyken biz evlendik.

Doğan Cüceloğlu (20/05/2006)

Yorumlarınızı Paylaşın

GÖNDER

1 Yorum

  1. Bu

İlgili yazılar

İlgili kitaplar

Güncel Video

Çaresizlikten nasıl kurtuluruz?

‘İyimser’ ve ‘kötümser’ olmak arasındaki fark nedir? Çaresiz mi doğuyoruz? Neden depresyona giriyoruz?