Kalem Çalan Öğrenci

Bütün olumsuzluklara rağmen birey kendi etki alanı içinde bir hedef koyup azimle o hedefe yönelirse, başarabiliyor.

Bana yazıyorlar. Bu mektuplar bana verilmiş ‘gelişim hediyeleri.’ Öyle görüyorum. Ve sizlerle paylaşmama izin verildiği için minnettarım. 

Sayın Doğan Bey; 

Sizinle ilk Gülben Ergen’in programında karşılaştım. 18 aylık bebeğim var, onu uyuturken çok koyu hayranınız olan ablam aradı ve sizi izlememi istedi. İzledim ve ben de tam kızım için psikolog arıyordum; internet sayfanızda sizinle görüşemeyeceğimi anladım, ama sizin örnek verebileceğiniz bir hikâyemi anlatmak istiyorum. Ben 30 yaşındayım. Babam (….)lı, 65 yıldır İstanbul’da yaşıyor ama kültür aynı, biraz İstanbullu biraz (….)lı. Yedi kardeşin en küçüğüyüm, kalabalığımız bu kadar değil tabi. Bir sene içinde evimiz hiç boş kalmıyor, çünkü yatıya gelen misafirin haddi hesabı yok. Oturduğumuz apartmanda üç dayım, ananem ve dedem de var. Kapımız hep açık, bir de on beş dairelik apartmanda her ev kalabalık ve apartman sakinleriyle de aile gibiyiz; gerisini siz düşünün. Okuma yazma bilmeyen 15 yaşında evlenmiş annemin bizimle ne kadar ilgilenebileceğini ve nasıl bir eğitim verebileceğini siz daha iyi anlarsınız. Buna rağmen ben okumayı yazmayı okula başlamadan sökmüştüm. İlkokula başladığım sene alerjik astım hastalığımı çok ağır geçiriyordum ve iki ay sonra bırakmak zorunda kaldım. Ablalarım abilerim okuyor ve ben onların kitaplarına çalışıyor onların ödevleriyle oyalanıyordum. 

Bir sonraki yıl geldi çattı ama ben bir önceki yıldan daha kötüledim, çünkü ailem hala astımın tedavisini bilmiyordu, ev kalabalık, tozlu, sigara içiliyor ve yerde yatırılabiliyordum. Henüz ventolin sprey ülkeye sanırım gelmemişti, kesintisiz her gece hastahanedeyim, oksijen çadırına alınıyordum ve sabaha karşı eve dönüyorduk, tabi zavallı annemin yaşadıkları da var. Okullar açıldı ama ben her gün ağlıyorum okula gitmek için, okula yazıldım fakat gidemiyorum. Bir buçuk ay sonunda neyse ki sevgili okuluma gidiyorum. Ders saati 2-3 (saat) önce başladı, herkes derste, ben annemle okula girdim,1.kata çıktık, iki çapraz kapıdan birini gösterdi annem, ‘bak sınıfın şurası,’ dedi ve o anda oradan yeşil gözlü, küt sarı saçlı, pespembe bir bayan çıktı. Kıyafetinden konuşmasından saçından, elindeki tebeşir tozundan vs. öğretmen olduğu belliydi. Aman Allah’ım, dedim, öğretmenim bu mu, inanamıyorum! Aşık olmuştum! Onlar konuşuyor ben hayranlıkla ona bakıyordum. Halbuki (—) hanım iki büyük ablamın eski öğretmeniymiş. 

Konuşma bitti; o kendi sınıfına girdi ben kapıyı çalıp kendi sınıfıma girdim. Öğretmenim tatlıydı beni çok güzel karşıladı, annemle çok güzel konuştu ve annem gitti, beni istediğim yere oturttu ve derse başladı. İlerleyen dakikalarda ” ‘Hayriye’ sen gel bakalım neler biliyorsun” dedi “oya okula koş” yazabilir misin” dedi. Sınıfın belki hala yarısı yazamazken ben çok hızlı gayet bir öğretmen edasında, hızlı ve çok düzgün bir yazıyla yazdım. 

İşte hikâyem aslında burada başlıyor. 

O yılı çok başarılı bitirdim hep öğretmen masasının önünde oturmuştum o sene. 2.sınıfta yine öğretmen masasının önündeydim ama maddi olarak sıkıntı çeken bir aileydik; annem ev hanımı, babamın kaburgaları kırık altı aydır evde yatıyor, yaşlıca da tabi, tek ablam ve abim çalışıyor, kalabalık malum devam ediyor. Evde ödev yapacak yer yok, ama ders yapmayı seviyorum. Derken sınıfta yerim değişti, benim yerimi benden çok daha tembel olan bakımlı bir arkadaşım aldı, biraz zaman sonra yine değişti, sonra bu böyle devam ederken kendimi kapı yanındaki 3. sıralarda buldum. ‘Ben tembel değilim; neden buraya kadar geldim, nasıl oldu?’ Çok geçmeden anladım; burada tembel çalışkan ayırımı yok; burada zengin fakir ayırımı var. Artık hevesim kaçtı, çocuğum hak ettiğim değeri belki de almak istiyordum, zaten aileden alamıyordum, ama okulda ön sırada oturuyordum ve hak ettiğim değeri aldığımı düşünüyordum. Sonra beraber oturduğum arkadaşlarım eski arkadaşlarım oldular. Onlar kendi içlerinde bir grup oldular, tabi hepsi çalışkan değil, çalışkanlar tembelleri çalıştırıyorlar fakat diğer tembelleri, yani fakir olan tembelleri çalıştıran yok. Can alıcı olay burada başlıyor. İlerleyen zamanlarda derslerimde başarısız olmaya başladım; daha da acısı arkadaşlarımın kalemlerini, silgilerini, kalem tıraşları derken alamadığım kitaplarını bile çalmaya başladım. Sınıfta bir hırsız vardı, herkes biliyordu ama kim olduğunu bilmiyorlardı. Tabii ben biliyordum. Artık o kadar abarttım ki, sanırım öğretmenimde artık biliyordu ve ben de onun bildiğini biliyordum; ama nedense devam ediyordum. 

Artık derslerim kötü, hırsızlık yapan, tırnak kesilmeden elini yüzünü yıkamadan hatta bitten dolayı hep kısa olan saçımı bile yıkamadan okula giden bir kız olmuştum. Tabii bunlar sadece yerim zengin fakir ayrımımdan dolayı değiştiğinden değil, öğretmenimin ayrıca yaptığı birçok aşağılayıcı hareketlerinden. Uzun yıllar okuldan nefret ederek tembel bir şekilde okudum, uzun yıllar hırsızlığa devam ettim, artık okulu da yarıda bırakmıştım ve yaşım lise çağını çoktan geçmişti, çok iyi ortamlara girmeye başlamıştım, okumamış bir hırsız olmak ne bizim aileye görE bir şeydi ne de girdiğim ortamlara göre bir şey. 

Daha sonra liseye dışarıdan yazıldım. Peki ya hırsızlığı neden yapıyordum? Ben buna nasıl başladım; nasıl bırakıp tövbe ederim, derken anladım: öğretmenim benim kalemim silgim çok olunca öğretmen masasının önüne alacaktı, bu yüzden başladım… Nasıl mı anladım? Çocukluğumdan beri hatta şu anda bile her gece yatağıma yattığımda hayal kurmadan uyuyamam. Hayalim ne mi? İlk okul çağlarımı değiştiriyorum, her gece onu düzeltiyorum; Ventolin sprey o zamanda varmış ve ben kullandığım için hasta değilim. Hiç kullanılmayan, kilitli olan misafir odası bana ayrılmış. Okulda hiç kalem çalmıyorum. Derslerime ne olursa olsun çalışmaya devam ediyorum. O zamanlar arkadaşlarımın çoğunun ne olduğunu bilmediği meslek olan hostesliği yapmaya hazırlık İngilizce öğreniyorum. Evet annem bana yetişemiyor, ama ben kendime çok iyi bakıyorum, tıpkı bir zengin çocuğu gibi görüyorum kendimi. Ve bunlar gibi nicelerini hala her gece uykuya dalmadan hayalimde düzelterek rahatlayıp öyle uykuya dalıyorum. 

**

Yukardaki mektupta anne ve babaların, okul yöneticilerinin, öğretmenlerin ibret alacağı önemli dersler var. Yazan kişi şimdi anaokulu öğretmeni; bana güvendiği ve içini döktüğün için teşekkür ediyorum. Onunla gurur duyuyorum; bir gün kendisinin elini sıkmak ve bir imzalı kitabımı saygı ve sevgiyle elden vermek isterim. Kendisiyle ilgili kişisel bilgileri gizleyerek sizlerle paylaştım. Tahmin edeceğiniz gibi ismini değiştirdim. Bu mektubu öğretmenlerin ve öğretmen adaylarının okumasını özellikle istiyorum. Lütfen bu konuda yardımcı olun. Bu mektupta dikkatimi çeken ve beni düşündüren yönler oldu; kısaca onları sizinle paylaşmak isterim. 

1-Mektupta Anadolu insanının büyük şehre gelse bile kendi geleneklerini devam ettirdiğini gözlüyoruz. Bunun iyi tarafları da var, olumsuz yönleri de. Bu konuda araştırma yapılması ve sosyal psikolojik bir tutumla değerlendirilmesi gelecek kuşakların daha bilinçli davranması için gereklidir, diye düşünüyorum. 

2-On beş yaşında evlenerek aile kurmuş kızların sorunlarının yaşayan bir gerçek olduğunu görüyoruz. Bu gerçek devam edip gidiyor ve yaşamımıza yansıyor; bu konunun Türkiye’nin geleceğini nasıl etkilediğini tartışmayı hiç bırakmamalıyız. Kadın haklarından önce insan haklarından söz ettiğimi düşüyorum. Kimseyi suçlamadan, bu konunun hiçbir ideolojiye kapılmadan bilimsel olarak incelenmesi ve toplumun eğitilmesi gerekir. 

3-Yüksek zekalı genç bir kız çocuğu görüyorum; kendi kendine okumayı söküyor ve sağlık sorunlarına rağmen zihnen gelişmeye devam ediyor. Bu çocuğun doğal zekası bizim resmi bir okulumuzda bizim devletimizin öğretmeni tarafından önce fark ediliyor, sonra umursanmıyor. Bu öğretmen kötü bir insan değil; bu öğretmeni eğiten ve atayan insanlar da kötü insanlar değiller. Bu durum herhangi bir iktidarın, herhangi bir politikacının bilerek yaptığı bir kötülüğün sonucu oluşmuyor. Artık anlayalım; bizim kültürümüz hasta. Bireysel, ailesel, iş ve toplumsal hayatımızın içine gömülü büyük bir değerler bilinci yokluğu, boşluğu var. Akvaryumun suyu hasta olunca içindeki balıklarda eninde sonunda hasta olur. Korku kültürü içimizi dışımızı sarmış. Önce bunu fark etmemiz gerekiyor. 

4-Mektupta şunu da görüyorum: Bütün olumsuzluklara rağmen birey kendi etki alanı içinde bir hedef koyup azimle o hedefe yönelirse, başarabiliyor. “Hayriye”nin anaokulu öğretmeni olması mucize mertebesinde bir olaydır. Kendisini gerçekten takdir ediyorum. Karar verip hedef koyan ve verdiği kararı yaptığı seçimlerle günlük yaşamında onurlandıran insanlara saygı duyuyorum. “Hayriye” öğretmene içten saygı duyuyorum. 

O benim gizli kahramanlarımdan biri oldu. Bitirirken bu vesileyle, tüm okurlarımın yeni yılını kutlar, anlamlı, coşkulu ve güçlü günlerle dolu bir 2014 dilerim. 

Doğan Cüceloğlu (23.12.2013) 

Yorumlarınızı Paylaşın

GÖNDER

0 Yorum

  1. Henüz yorum yapılmamış.
Güncel Video

Çaresizlikten nasıl kurtuluruz?

‘İyimser’ ve ‘kötümser’ olmak arasındaki fark nedir? Çaresiz mi doğuyoruz? Neden depresyona giriyoruz?