Dede Gel Kucağıma Otur

"Dede torunuyla bu etkileşimin zenginliğinin farkında olmayabilirdi. Ve o zaman yaşamında ne kadar özel ve anlamlı bir anının kaybolduğunu fark edemezdi."

Geçenlerde metroyla Taksim’e geldim ve oradan Kabataş’a doğru devam ettim. Taksim Kabataş arasındaki tünele Fünikiler sistemi adını vermişler. (Bir yandan Türkçe elden gidiyor diye sızlanıyoruz, bir yandan her gün binlerce kişinin kullanacağı bir yola Türkçe karşılık bulmakta hiçbir çaba göstermiyoruz. Mış gibi yaşamımıza bir başka örnek, diye düşünüyorum.) 

İki vagondan ilkine girdim ve ilk koltuğa oturdum. Benden hemen sonra 4-5 yaşlarında bir oğlan çocuğu yanında dede ve ninesiyle geldi ve heyecanla hemen gitti benim çapraz karşıma pencere kenarına yüzü bana dönük olarak oturdu. Ninesi de onun yanına oturdu. Dede ayakta kaldı. 

Dede, sen de otur, dedi heyecanla küçük oğlan.

Dede şöyle bir bakındı sağına soluna, oturacak yer kalmamıştı, ben ayakta kalayım, dedi,

Olmaz dede, sen de otur, dedi torun ısrarla.

Oturacak yer kalmadı, diye dede durumu açıkladı.

Torun şöyle etrafına bir bakındı; evet, gerçekten de oturacak hiç koltuk kalmamıştı.

Dede, o zaman sen gel benim kucağıma otur, dedi.

Dede önce itiraz edecek bir tavırla bir şey söylemek üzereyken durdu, yüzünde belli belirsiz bir gülümseme ile, tamam oturayım, dedi ve oturacakmış gibi bir tavır aldı.

Dedenin büyük poposuyla torunun küçücük kucağı pek birbiriyle uyumlu görünmüyordu.

Torun biraz aceleci bir tavırla, dur dede daha iyi bir fikrim var, dedi. Dede durdu, torununun yüzüne baktı. Yüzünde tatlı bir gülümsemeyle torunun söyleyeceği yeni fikri dinlemeye hazır olduğu belliydi. Torun devam etti; ben senin kucağına oturayım dede.

Dede, ama ben senin kucağına oturmak istiyordum, dedi.

Ama dede olmaz, ben senin kucağına oturayım, dedi.

Senin kucağına oturamayacak mıyım, diye sordu dede.

Dede sen benim kucağıma daha sonra otur, ben büyüyünce otur, şimdi ben senin kucağına oturayım, dedi torun.

Dede, aman ne güzel düşündün, olur ben senin kucağına daha sonra oturayım, dedi. Yüzü gülüyordu; gözlerinde mutlu insanların gözlerinde görülen bir ışıltı vardı. 

Nine, tüm bu konuşmalara hiç karışmadan tanıklık yapıyordu; gülümsüyor ve gözleri sevgiyle ışıldıyordu.

***

Dedeyle şöyle konuştuğumu hayal ettim; “Torununuzla yaşadığınız şu etkileşimi tamamıyla unutmanız için, sanki bütün bu konuşmalar hiç olmamış gibi bir duruma getirmek için size bir ücret ödemem gerekse, ne kadar ücret istersiniz, bu anının bedeli nedir?”

Sizce nedir?

Ben o dedenin yerinde olsam o anıdan vazgeçemezdim. Bana öyle geliyor ki, bu yazıyı okuyan birçok kişi benimle hemfikir olacaktır.

Yaşamın gerçek zenginlikleri insana ne kadar doğal, kendiliğinden ve beklenmedik zamanlarda geliveriyor.

Geçenlerde bir arkadaşımla konuşurken evin önündeki ağaçta kuş ötmeye başladı. Sustum, kuşun sesini dinlemeye başladım. O da sustu; birlikte kuşu dinledik.

Yaşam o an bize bir zenginlik sunmuştu ve biz o zenginliğin farkına varıp dinlemesini bildik. Bu kuşun şu anda bu dala konması ve ötmesi için ne kadar para harcamamız gerekirdi? O kuşu o an oraya getirmek ve ötmesini sağlamak olanaksızdı. 

Dede torunuyla bu etkileşimin zenginliğinin farkında olmayabilirdi. Ve o zaman yaşamında ne kadar özel ve anlamlı bir anının kaybolduğunu fark edemezdi.

Kuş öterken ben ve arkadaşım kendi iç dünyamızdaki sorunlarla o kadar dolu olabilirdik ki, kuşun ötüşünü duymayabilirdik. Yaşamımın kuşun ötüşüyle verdiği hediyeyi alabildiğim için mutluyum.

Nine, dede ve torun o gün bana özel bir hediye verdiler. 

Bu hediyenin farkına varabilecek kadar gelişmiş olduğum için kıvançlıyım.

“İnsan farkında olduğu kadar yaşar” sözüne inanıyorum.

Doğan Cüceloğlu(01/10/2006)

Yorumlarınızı Paylaşın

GÖNDER

1 Yorum

  1. Turgut DağdelenKişiler tüm içtenlikle düşünce ve duygularını paylaşabiliyorlar ise bundan daha güzel bir ortam olamaz. Bunun da farkında olmak, belki o an yaşanırken olmasa bile, yaşamın gizemi ve mutluluk demektir kanısındayım..

İlgili kitaplar

Güncel Video

Çaresizlikten nasıl kurtuluruz?

‘İyimser’ ve ‘kötümser’ olmak arasındaki fark nedir? Çaresiz mi doğuyoruz? Neden depresyona giriyoruz?